29 Nisan 2024 Pazartesi
Röportaj

Norman Finkelstein ile Röportaj

Çoğumuz onu, Facebook, YouTube gibi sosyal mecralarda popüler olan “Yahudi kökenli Profesör Norman, Yahudi soykırımını bahane ederek timsah gözyaşları döken öğrenciye İsrail’in Filistin halkına yaptıkları hakkında verdiği cevap”1 adlı videoyla tanıdık. Söz konusu videoda bir konferans salonunda Holocaust bahanesiyle İsrail’in Filistin’de yaptıklarını legalize etmeye kalkan Siyonist öğrenciye karşı dik duruş sergileyen Norman Finkelstein, aslında 1953 New York doğumlu Yahudi bir siyaset bilimci. Princeton’dan siyaset bilimi doktorası sahibi olan Finkelstein, Siyonizm karşıtı ve siyasetçilerle akademisyenleri sert dille eleştiren makale ve kitaplarıyla biliniyor. 2010 tarihli “This Time We Went Too Far: Truth and Consequences of the Gaza Invasion” kitabı “Bu Kez Çok İleri Gittik” adıyla Türkçeye de çevrilmiş olan Norman Hocayla İsrail’in Filistin’e yönelik son saldırılarını, bu saldırıların sonuçlarını ve gelecekteki muhtemel etkilerini konuştuk.

 

ABD'de ve dünyanın her yerinde devam eden protestolar hakkında; tüm bu protesto gösterilerinin Biden yönetimi üzerinde ve gelecekte verecekleri kararlar üzerinde herhangi bir etkisi olacağını düşünüyor musunuz?

Biden’a ciddi bir baskı var. Çin mesela BM güvenlik kurulunda bir an evvel ateşkes olsun diye baskı yaptı; ABD’yi köşeye sıkıştırmak için. BAE saldırılara karşı çıktı. Türkiye olayı dünya gündemine taşıdı ve sert tepki koydu. Uluslararası anlamda bu şekilde bir baskı Biden’ı neredeyse köşeye sıkıştırdı diyebiliriz. Yerelde de ABD genelinde kesinlikle beklenmeyen güçlü bir tepki gösterildi. Benim olayları takip ettiğim 15-20 yıl içinde ilk kez karşılaştığım bir şey oldu. Chuck Schumer, Washington’daki en büyük İsrail destekçisi siyasetçi, son olaylarda tamamen sessiz oldu. Benzer bir dönüşümü tabanda da görmek mümkün. Olayların ilk başladığı dönemlerde Filistin için destek yürüyüşleri düzenlenirken belki yüz kişi ancak toplanırdı; fakat İsrail destekçisi gruplar bir protesto düzenlediğinde yüz binlerce hatta bir milyon kişi toplayabilirdi. Bu son dönemde yapılan Filistin destekçisi gösterilerdeyse ABD’nin dört bir tarafında adeta “Black Lives Matter” gösterileri gibi çok geniş kalabalıklar toplandı. Bu kalabalıkların en önemli özelliklerinden biri etnik, dini ve ırk anlamında çok çeşitli olmalarıydı: siyahiler, Araplar, Hispanikler, Müslümanlar, Hıristiyanlar ve hatta birtakım Yahudiler dahi bu gösterilerde yer aldılar. Bu yönüyle de Filistin’e destek gösterileri Black Lives Matter protestolarından ayrılıyordu, dolayısıyla politikacılar üzerinde oluşturduğu baskı çok daha yüksekti. 13 Mayıs’ta düzenlenen İsrail’e destek mitinginde ise hemen hemen iki yüz elli kişi ancak toplanabilmişti.

Büyük resme bakarsak; Siyonist hareketlerin gücü yarım milyon, bir milyon insan toplayabilmekten iki yüz elli, beş yüz insan toplamaya kadar geriledi. Kongreden tek bir İsrail’e destek mesajı çıkmadı. Bunun yaşanması çok ilginç ve kamuoyu neden bu kadar İsrail’e sırt döndü sorusu gerçekten araştırmaya değer bir durum. Bu yönüyle son saldırılar gerçekten bir kilometre taşı. İsrail’in bu saldırılardan en büyük kaybı Hamas’tan atılan füzelerden ziyade kaybetmeye başladıklarını fark ettikleri ABD ve dünya kamuoyu oldu. Zira biz biliyoruz ki İsrail on yıllardır özellikle Kongre ve Başkanlık nezdinde ABD siyasetinin üst düzey temsilcilerinin desteğini sağlamak için lobicilik ve finans faaliyetlerinde bulunuyor. Fakat son saldırılardan sonra Alexandria Ocasio-Cortez, Ilhan Omar gibi yenilikçi demokrat senatörlerin agresif Filistin destekçiliği sayesinde Charles Schumer, Ted Cruz gibi geleneksel İsrail destekçisi figürler sessiz kalmayı tercih ettiler.

Sizce bu değişiklik kademeli bir sürecin sonucu muydu, yoksa ABD kamuoyunda böylesi bir dönüş âniden mi gerçekleşti?

Bu çok güzel bir soru. Böylesi büyük bir değişimin âniden gerçekleşmesi ancak bir mucizeyle olur, ancak siyasette mucizelere yer yoktur. Eğer ABD kamuoyunun İsrail destekçiliğini bir çizgi grafiği gibi düşünürsek, yıllar içinde İsrail’e desteğin yavaş yavaş azaldığını görüyoruz. Tabii ki sürekli iniş ve çıkışlar var, ancak özellikle Birinci İntifada, İkinci İntifada, Dökme Kurşun Harekâtı gibi İsrail’in vahşi zulmünü gözler önüne seren tarihi anlarda hep birer kırılma olduğunu görüyoruz. Tabii ki burada bazı çelişkiler görmek de mümkün. Örneğin 2014’teki Koruyucu Hat Operasyonu, 2007’deki Dökme Kurşun Operasyonun’dan çok daha kanlı ve vahşi olmasına rağmen 2014’teki operasyona hemen hemen hiç uluslararası tepki gelmemişti. Fakat bu anlar kırılmadan ziyade genel resimde ihmal edilebilir istisnalar olmaktan öteye geçmiyor.

Son saldırıların tarihi olarak en büyük önemlerinden bir tanesi ise sosyal medya çağında bu saldırıların gerçekleştirilmiş olması. Kendi açımızdan illaki bu saldırıyı bir kırılma noktası olarak görmek istiyorsak, İsrail’in çirkin yüzünü en çıplak haliyle gözümüze vurmasını böyle gösterebiliriz. Haifa’da, Tel Aviv’de, Beerşeba’da İsraillilerin saldırıları kutlama görüntülerinin hızla yayılması, İslam’daki en kutsal üçüncü mekân olan Mescid-i Aksa’ya İslam’ın en kutsal günlerinden bir tanesinde saldırının gerçekleştirilmesi, Human Rights Watch gibi uluslararası insan hakları kuruluşlarının rapor üzerine rapor yayınlayarak ihlalleri belgelemeleri İsrail’i pek çok açıdan kamuoyu nezdinde köşeye sıkıştırdı.

Kısacası, dört belirleyici faktörle son saldırıları karakterize edebiliriz diye düşünüyorum. 1- Protesto gösterilerinin sadece Gazze ve Batı Şeria’da değil İsrail’in dört bir yanında gerçekleştiriliyor olması.

2- İsrail’in saldırılarının kutsal mekânlarda ve kutsal günlerde yapılarak Müslümanların hemen hepsinin büyük tepkisini çekmiş olması.

3- Gerek ABD’de gerekse uluslararası kamuoyunda genel olarak saldırıların vahşetinin ve orantısızlığının fark edilerek özellikle kritik görevlerdeki siyasetçilerin İsrail’i desteklemekten imtina etmesi.

4- Human Rights Watch vb. uluslararası insan hakları derneklerinin İsrail’in hemen tüm ihlallerini periyodik raporlaması.

Olayların genel gidişatı hakkında ne düşünüyorsunuz ve sizce bu olayların bundan sonra gerçekleşmesinin muhtemel saldırılara etkisi ne olur?

Öncelikle bunun bir savaş olmadığını görmek gerekiyor. Gazze dediğimiz yer kırk beş kilometrekare bir alan. Nüfusu beş yüz doksan bin olan bir şehir. Kaldı ki bu beş yüz doksan bin kişinin yarısı on sekiz yaşının altında. İşte İsrail’in bütün Arap ülkelerini yenen “ulu” hava kuvvetlerinin mağlup edemediği güç bundan ibaret. Hava saldırılarıyla Gazze’nin mağlup edilemiyor olma sebebi bu insanların gösterdiği inat ve kararlılıktan ibaret.

İsrail ordusuyla ilgili bir şeyi iyi anlamak gerekiyor. İsrail ordusu demografik olarak değişti, bölgeye ilk gelen Siyonist “dava insanı” Yahudiler de çok değişti. Uzaktan bakarak dahi İsrail ordusunun batılılaştığını görmek mümkün... Bu insanlar artık savaşmak yerine sahillere gitmek, video oyunları oynamak, dünyayı gezmek istiyorlar. Savaşmak, yüce bir Yahudi illeti uğruna canlarını feda etmek istemiyorlar. Bunu kötü veya iyi bir şey olarak söylemiyorum, sadece bir gerçeği vurguluyorum. Gazze halkı ise ölüme hazır; tanklara taş atarak şehit olmayı ulu bir son olarak gören gençlerden oluşuyor. Hizbullah ordusu genellikle hayatını, kaybedebileceği her şeyi geride bırakıp sadece savaşmayı hatta ölmeyi isteyerek bölgeye gelen insanlardan oluşuyor. İsrail ordusunun savaşmayı istemediği ölçüde ölmeyi arzulayan bir düşmanı var. Devlet ise bölgede tam hakimiyet kurmak için kara harekâtına ihtiyaç duyuyor; zira bir bölgeyi fiziksel olarak işgal etmeden orada bir yönetişim iddia etmek mümkün değil. İşte hemen hemen bütün İsrail hükümetlerinin karşılaştığı dilemma bu.

İsrail hükümetleri ne kadar Gazze’ye hakimiyet kurmak istiyorsa İsrail ordusu da o kadar buradan kaçınmak istiyor. Bu savaş çekinceliğini anlatma amacım İsrail ordusuyla alay etmek, onları aşağılamak değil. Ben Brooklyn, New York’ta güven içinde yaşayan kitabını okuyup parkta yürüyüşe çıkan ihtiyar bir tarihçiyim. Dolayısıyla benim savaş atmosferinden bu kadar uzakta o atmosferden kaçmak isteyen insanları aşağı görmem adil olmaz. Ancak şunu söylemeliyim ki İsrail ordusunun bu çekimserliği büyük bir korkaklığın sonucudur. Teknolojik olarak dünyanın belki de en donanımlı ve güçlü ekipmanlarına sahip ve karşılaşacağı zorluk sahip olduğu imkanlara göre çok düşük olan bu ordunun yine de savaştan kaçınmak için bu kadar ısrarcı olmaları ancak korkaklıkla açıklanabilir diye düşünüyorum.

 

*** Röportajın geniş hali Facebook’ta İngilizce olarak yayınlanmıştır.

1 https://www.facebook.com/watch/?v=293097365830283