01 Mayıs 2025 Perşembe
Dosya

Herkes Burada ama Kimse Yok

 

              Bir kafede oturuyorum. Etrafım insan dolu, herkes bir şeyler anlatıyor, bir şeyler dinliyor gibi. Ama bir an durup bakınca, herkesin gözlerinde aynı uzaklığı görüyorum. Masaların üzerinde telefonlar var, kimileri ekrana gömülmüş, kimileri karşısındakine sadece yarım kulak veriyor. Kimileri onu bile esirger olmuş. Göz göze gelmek zor artık. Bir sohbetin içinde bile herkes biraz yalnız. Bazenleri ise herkes burada ama bakınca kimse de yok.

            Eskiden yalnızlık, bir odada tek başına oturmak, uzun yürüyüşlere çıkmak, kimseyle konuşmamaktı. Şimdi ise insanlar yalnızlığı; kalabalıklar içinde, ekranlara bakarken, çevrimiçi dünyada etkileşim içinde ama kimseyle etkileşemezken yaşıyor. Yalnızlığın tanımı da yalnızlığın kendisi de değişti. Artık yalnızlık, insanlardan ırak olmak değil; insanların en yakınındayken dahi bir başına olmak.

            Eskiden dostluklar mektupların kokusunu taşırdı. Birine ulaşmak için beklemek gerekirdi. Biriyle bir ay öncesinden randevulaşıldığında bir ay sonra tam vaktinde orada olunurdu. Şimdi ise her şey bir tık uzağımızda. Gecesinde anlaşılan bir randevuyu, dakikalar kala iptal edebilecek kadar muazzam hâle geldi insanlık. Belki de her şey elimizin altında ama hiçbir şeye tam anlamıyla sahip değiliz artık. İnsanlarla konuşuyoruz, belki de sadece yapmacık cümleler, sözcükler, eylemler ve tepkiler. Hayatımız boyunca bir daha asla görmeyeceğimiz insanlarla yapılan o yapay sohbetler.. Bu kadar yapaylığın arasında doğallık beklemek de bir abes. Hız çağında yaşıyoruz, her şey tüketilip geçiliyor. İnsanlar, ilişkiler ve her şey. Sâhi, tüketmediğimiz neyimiz kaldı? Hemen onu da tüketelim...

            Modern insan, bağımsız olmayı, kimseye muhtaç olmamayı bir erdem zannetti. Büyük bir erdemdi belki ama unutulan bir şey vardı: İnsan sadece bağımsız bir birey değil, aynı zamanda sosyal bir varlık. Hatta bireyin ötesinde insanlık tarihinden beri hiç bireysel hareket etmemiş olan aşırı sosyal bir varlık. Sosyalleştikçe insanlığına insanlık katan bir varlık. Paylaşmadığımız bir hayat, gerçekten yaşanmış sayılır mıydı? Başkalarıyla birlikte paylaşılmayan değerler, zamanlar ve mekanlar bizi yalnızlaştıran en büyük etkenlerden birisi değil miydi? Paylaşmak demişken, aklımıza sosyal medyada beğeniler uğruna yapılan bir parmak eylemi gelmedi değil mi?

 

Sarmal Sistemin Bir Sonucu Olarak

            Modern çağda yalnızlık bir tesadüf değil, adeta içinde bulunduğumuz ve çıkılması oldukça zor olan sarmal sistemin bir sonucu. Yalnızlık her zaman daha fazla tüketim öznesi demek. Yalnız insanlar her şeyin tekiline ihtiyaç duyduğundan ötürü topluluklara göre daha fazla tüketir. İşte tam da bu sebeplerden kapitalizm ve tüketim kültürü, insanları bireyselleşmeye, yalnızlaşmaya ve kendi başlarına yetmeye teşvik ediyor. Kendi başımıza yetelim yetelim de günün sonunda kendi kendimize kalıp yalnızlık sendromuna girdiğimizde kim bize yetsin?

            Kapitalizm bize bağımsızlığı sundu ama fark ettik ki, bağımsız olmak yalnız olmaktan pek de farklı değilmiş. Reklamlar bize “kendin için yaşa”,“kimseye ihtiyacın yok”,”kendi başına güçlüsün” diye direktifler verdiler. İyi de ne zamandan beri bütün ihtiyaçlarını başka insanlarla birlikte karşılayan insanın kimseye ihtiyacının olmadığı düşüncesi kıymetli bir fikir haline geldi?  İnsan, ne zamandan beri kasıtlı olarak yalnızlaştırılmaya çalışılır oldu? Ne zamandan beri özgürlük, yalnızlık diye anlaşılır oldu? Cemiyet hayatında başkalarının yoldaşı olan insan, özgürlüğünü elde edip kimseye ihtiyaç duymayarak yalnızlığın mahkumu oldu..

            Bir insanın en büyük ihtiyaçlarından birisi de ihtiyaç duyulmak. Birinin bizim varlığımıza ihtiyacı olduğunu hissetmek, en güçlü aidiyet duygularından birisi. Ama günümüzde herkes kendine yetmeye çalışıyor, kimseye muhtaç olmamaya özen gösteriyor. Sonuç? Herkes yalnız. Çünkü kimseye muhtaç olmamak, kimse tarafından eksikliği hissedilmemek manasına geliyor. Eksikliğini hissetmediğiniz bir şeyin varlığını veya yokluğunu da umursamazsınız hâliyle..

            İnsanlar artık birbirine zaman ayıramıyor. Hepimiz çok meşgulüz, çok çalışıyoruz, hep bir yerlere yetişmeye çalışıyoruz. Daha fazla para kazanmak, daha iyi bir kariyer yapmak, daha üretken olmak daha daha daha ve dahanın da dahasının peşindeyiz. Kanaatkar olmak veya yetmek gibi erdemleri kaybedeli çok oldu. Ama bu süreçte kaçımız şunu sorguluyor: Bunca koşuşturmanın ardından farkında olmadan feda ettiğimiz sosyalliğimizin ardından yalnız kalacaksak bu çıkmaz sokakta bize ne olacak?

            Birkaç ay önce yalnızlıktan şikayet eden bir arkadaşımı aradım. Birlikte oturup sohbet edelim dedim. “Bu hafta çok yoğunum” dedi. “Belki önümüzdeki haftalar.” Haftalar geçti. Bir türlü buluşamadık ama genellikle sosyal medyada oldukça aktifti, yeni yerlerde çekilmiş fotoğraflar, gönderiler, hikayeler, etiketler, çeşitli paylaşımlar vs. Belki benimle vakit geçirmeye zamanı yoktu ama dünyadaki diğer insanları ihmal etmemeyi ihmal etmiyordu. Sonuçta bir yandan yalnız olduğunu düşünüyordu ama bir yandan da bütün dünyaya elinin altından ben yalnız değilim mesajını vermesi gerekiyordu. Yoksa yalnızlığı o mu seçmişti, yoksa yalnız değil miydi, yoksa dehşete düşürecek cinsten bir yalnızlığa sahipti de bu kuyudan dışarı çıkamıyor muydu, kim bilir…

 

İnsan Kalabilmek Meselesi

            Bir gün içinde yüzlerce mesaj alabiliyoruz ama içlerinden kaçı gerçekten bir şey ifade ediyor? O kadar çok iletişim kuruyoruz ki, derinleşmeye vakit kalmıyor. Birçok kişi için yalnızlığın en ağır tarafı, kalabalıklar içinde fark edilmemek. Bu yüzden ruhumuz yorgun. Çünkü sürekli bir şeylerle meşgulüz ama hiçbiri bizi gerçekten tatmin edemiyor. Telefon ekranlarından akan görüntüler, bildirimler, anlık hazlar… Hepsi hızla gelip geçiyor, ama içimizdeki boşluğu dolduramıyor. Çünkü insanın ruhsal ihtiyaçları modern dünyanın sunduklarından çok daha farklı. Bir insanın gerçekten mutlu olması ve yalnızlıktan kurtulması için temelde ne gerekiyor? Evvela bir bağ kurması gerekiyor. Gerçek dostluklar ve derin bağlar.. Samimiyetin olduğu, sanalın ötesine geçen bir gerçeklik gerekiyor. Var olduğunun hissettirilmesi gerekiyor. Sosyal medya beğenilerinden öte, gerçekten fark edilmek, içten gelen bir takdir görmek. Çünkü insan, göz göze gelerek, omuz omuza dokunarak, sesinin bir başkasının sesiyle karışmasıyla iyileşiyor. Ve en büyük devrim, sanallaşan ve yapaylaşan modern çağda insanın; hissettikleriyle, duygularıyla ve bağlarıyla insan kalabilmesi olarak karşımıza çıkıyor.

 

Esad Enes Kuran