14 Ekim 2024 Pazartesi
Genç Öncüler

Göçmenlere Karşı İkircikli Tutum: Hangi Göçmen İstenmiyor?

 

 Son yıllarda dünya benzeri görülmemiş bir göç dalgasına şahitlik ediyor. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) verilerine göre 2024 yılı ortası itibariyle dünya genelindeki mülteci sayısı 120 milyona ulaşmış durumda. Savaşlar, ekonomik krizler, iklim koşulları bu göç dalgasının en belirgin sebepleri arasında. Peki olumsuz şartlar sebebiyle ülkesinden ayrılmak zorunda kalan bu göçmenlerin hepsi, evrensel insan hakları savunuculuğu iddiasındaki devletler tarafından eşit muameleye mi tabi tutuluyor biraz buna bakalım.

Dünyadaki bu göç dalgasına paralel olarak Avrupa'da aşırı sağın yükseldiğini görüyoruz. Aşırı sağ partiler söylemlerini ağırlıklı olarak ırkçılık ve ayrımcılık zemini üzerine oturtuyor. Örneğin Fransa’daki Ulusal Cephe (FN) İslamofobik tonda söylemler geliştirirken, Avusturya’daki Avusturya Özgürlük Partisi (Freiheitliche Partei Österreichs - FPÖ) ise göçmen karşıtlığı üzerinden siyaset yürütmekte. Bunlar gibi aşırı sağ partiler ülkelerinde göçmenlerle ilgili popülist söylemler geliştirmekte ve göçmenleri güvenlik sorunu gibi yansıtarak oy devşirmektedir. Bu endişe atmosferinin kötüleşen ekonomik şartlarla birleşmesi ise aşırı sağ partilerin oy oranlarını artırması sonucunu doğurmuştur. Bu duruma 2008 ekonomik krizini örnek olarak verebiliriz. İşsizliğin artışı ve ekonomideki güvensiz ortam aşırı sağın tabanını genişletmesi ile sonuçlanmıştır. Kitlelerde yükselen bu göçmen karşıtlığının devletlerin göçmen karşıtı politikalarını sertleştirdiğini de söyleyebiliriz.

Dünyadaki atmosfer böyleyken yakın tarihin en büyük kitlesel göçlerden biri Suriye’deki siyasi karışıklıklar dolayısıyla ortaya çıktı. Suriye’de 2011’in martında başlayan çatışmalar iç savaşa evrildi, binlerce kişinin canını kaybetmesine ve milyonlarca kişinin ülkesinden zorunlu göçüne sebep oldu. Bu süreçte Avrupa Birliği, Geçici Koruma Yönetmeliğini devreye sokmamış ve Avrupa’daki devletler mümkün olduğunca Suriyeli göçmen almaktan kaçınmıştır. Alınan göçmenler ise pragmatist politikalar doğrultusunda ülkenin ihtiyacına göre seçilerek alınmıştır. Avrupa ülkelerinin sınırlarını göçmenlere kapattığı bir zamanda Türkiye, insani gerekçelerle açık kapı politikası uygulayarak üç milyonun üzerinde Suriyeli göçmeni kabul etmiştir. Gelen göçmenlerin bir bölümü Türkiye’yi nihai konaklama ülkesi olarak görürken bir bölümü ise Türkiye’de kalıcı olma niyeti taşımayıp burayı transit ülke olarak görmüştür. Türkiye üzerinden kaçak yollarla Avrupa’ya gitmeye çalışan Suriyeli göçmenlerin Avrupalı devletlerce insanlık dışı muamelelere maruz bırakıldığına ve göçmenlerin geri itildiğine de defaatle şahit olduk. Yunanistan bu konuda tampon görevi üstlenerek Avrupa’ya gitmek isteyen göçmenleri her türlü yolu kullanmaya çekinmeden geri göndermekte. Yunanistan polisinin sert müdahaleleri ve işkenceleriyle karşılaşan  mülteciler, kara sınırından geri itilmekte. Sahil güvenlik güçleri ise denizde göçmenleri taşıyan lastik botları delip onları ölüme terk etmekte. AB Komisyonu başkanı Ursula von der Leyen’in Mart 2022'de Yunanistan ziyareti sırasında söylediği “Bu sınır sadece bir Yunan sınırı değil, burası aynı zamanda Avrupa sınırıdır.” ifadeleri Yunanistan’ın üstlendiği bu misyonu ve sert tutumlarını açıklar niteliktedir.

2022 yılında ise Rusya ve Ukrayna arasında çıkan savaş sonucu oluşan güvenliksiz ortam bu bölgede de kitlesel bir göçün yaşanmasına sebep oldu. Savaşın başlangıcından itibaren 4 milyonu aşkın Ukraynalı sivil ülkesini terk etmek zorunda kaldı. Ülkelerin Ukraynalı göçmenlere karşı uyguladıkları politikalar, farklı etnikten ve farklı dinlerden göçmenlere karşı çifte standart uygulandığını gözler önüne sermiş oldu. Söz konusu Suriyeli göçmenler olduğunda probleme kulağını tıkayan devletler, Ukraynalı göçmenlere kapılarını ardına kadar açmışlardır. Bu ikircikli tutum yalnızca politikalara değil söylemlere de yansımıştır. Avrupalı birçok meslektaşı gibi BBC muhabirinin ekranlardan söylediği sözler bunu ortaya koymuştur. “Affınıza sığınarak söylüyorum, burası Irak ya da Afganistan gibi on yıllardır çatışma yaşanan yerler değil. Burası bunun yaşanmasını beklemediğiniz daha medeni, daha Avrupalı bölgeler. Bu olaylar benim için çok duygusal çünkü, sarı saçlı mavi gözlü insanların ve Avrupalı çocukların her gün Putin'in füzeleri tarafından öldürüldüğünü görüyorum.”

Ukrayna’dan en fazla geçişlerin yapıldığı komşu ülke Polonya'ya 2 milyon 144 bin 244 mülteci girmiştir. Bir diğer komşu ülke Romanya'ya ise 555 bin 21 mülteci geçiş yapmıştır. Moldova bugüne kadar Ukrayna'dan 371 bin 104 mülteci ağırladığını açıklarken Macaristan 324 bin 397, Slovakya ise 256 bin 838 kişiye kapılarını açmıştır. Avrupa'nın dışında Rusya'ya Ukrayna'dan 271 bin 254, Belarus'a ise 4 bin 938 kişi sığındı. Ancak Ukraynalı göçmenlere kucak açılırken bile iki yüzlü bir tavır takınıldığına şahit olduk. Ukrayna’daki savaştan kaçan siviller polonya sınırında ayrım gözetmeksizin kabul edilmedi. Ukrayna’da yaşayan Tajikistan, Özbekistan ve Kırgızistan gibi eski Sovyet ülkelerinin vatandaşları AB'nin Ukraynalılara sağladığı desteklerden faydalanamadı ve sınırlardan kabul edilmedi. Benzer şekilde siyahi göçmenlerin de sınırlardan geri çevrildiğine dair haberler de gündeme gelmişti.

Bu durum AB ülkelerinin evrensel olduğunu iddia ettikleri insan haklarının aslında kimler için geçerli olduğu sorusunu gündeme getiriyor. Kuzey Afrika ve Akdeniz üzerinden Avrupa’ya ulaşmaya çalışan göçmenleri uzaklaştırmak için her yol mübah görülürken, söz konusu “sarı saçlı, mavi gözlü” insanlar olduğunda kapılar ardına kadar açılıyor. Bütün bunlar yaşanırken bu göç dalgasının, yine göçten şikâyet eden AB ülkelerinin geçmişteki ve günümüzdeki politikalarından ileri geldiği zikredilmiyor. Ortadoğu ve Afrika’daki siyasi karışıklık ortamı, sınır çatışmaları, yer altı ve yer üstü kaynaklarının sömürülmesine bağlı yaşanan yoksulluk kendiliğinden ortaya çıkmış bir tablo değil, yüzyıllardır devam eden politikalarının bir sonucu. Postkolonyal teorinin bu perspektifi detaylarıyla tartışılabilir elbette. Anca Avrupa’nın kendi elleriyle oluşturduğu bu sorunlar yumağının hiç tahmin etmediği şekilde kendi ayağına dolandığı ve sorunun çapı genişledikçe altında ezilmeye başladığı inkâr edilemez bir gerçek.

 

 Nihan